RTÜK BAŞKANI DURSUN; " 12 ÜST KURUL VAR VE SADECE RTÜK’TE MUHALEFET TEMSİL EDİLİYOR…”
RTÜK Başkanı Prof. Dr. Davut Dursun, Şehrin Ajandası programı kapsamında Esenler Belediyesi Kültür Merkezi’nde “Türkiye’de Görsel, İşitsel Medya ve Toplum” konulu bir söyleşi gerçekleştirdi…
Türkiye'de görsel ve işitsel medyanın gelişim tarihi hakkında bilgi veren RTÜK Başkanı Prof. Dr. Davut Dursun, " Türkiye’de 12 üst kurul var ve sadece RTÜK’te muhalefet temsil ediliyor. Bu demokratiklik açısında savunulabilir bir durumdur. Sorunlar olmakla birlikte bütün üst kurullarda üyelerin parlamentoda seçilmesi, hiç olmazsa yarısının böyle seçilmesinin doğru bir tercih olacağını düşünüyorum. RTÜK modelinin demokrasi açısından isabetli olduğunu söyleyebilirim…" dedi.
Prof. Dr. Davut Dursun söyleşide şu konulara değindi;
“ Teknolojik gelişmelere bakıldığında görsel ve işitsel medya bu gelişmelerden en çok etkileniyor. 19. Yüzyılda sesin bir yerden bir yere nakli mümkün oldu. Ve radyo devreye girdi. Sonraları görüntünün nakli de gerçekleşince televizyonlar kuruldu. Bilginin nakline ise 1. Dünya savaşı olumlu katkı sağlamıştır. Televizyon yayınlarına bakıldığında 1930’lu yıllarda çalışmaların başladığını görüyoruz. 50’li yılların başında İTÜ’de deneme yayınlarının başladığını biliyoruz. Ticari olarak 1960’lı yılların sonunda TRT’nin kurulması ile televizyon başlıyor. Bir devlet hizmeti kamusal hizmet olarak 90’lara kadar böyle sürüyor. 82 anayasasına göre televizyon yayıncılığı devletin tekelinde deniyor.
KİŞİSEL KANAATİM ŞİMDİ DAHA KALİTELİ BİR YAYINCILIKLA KARŞILAŞABİLİRDİK.
1926 da başlayan radyo için ‘telsiz telefon’ adıyla bir anonim şirket kuruluyor. Ve bu şirkete on yıllık bir imtiyaz tanınıyor. 1936 da imtiyaz süresi uzatılmıyor ve şirketten geri alınıyor. Ve PTT genel Müdürlüğü’ne devrediliyor.
Kişisel kanaatim bu yapılmasaydı zaman içinde ve şimdi daha kaliteli bir yayıncılıkla karşılaşabilirdik.
Radyo sonrasında PTT’den Turizm Bakanlığı’na geçiyor. Muhtelif kurumlardan sonra, 1960’lardan itibaren devletin bir kurumu olarak yönetiliyor. 64 yılında TRT kuruluyor. O günden bu yana da hizmetini sürdürüyor. Biz buna kamu yayıncılığı diyoruz. TRT’nin belli bir özerkliği ve kanunu var. 71’de yasada yapılan değişikliklerle özerkliği biraz törpülenmiş olsa da özerk bir kurum.
Devlet tekeli devam ederken 93 yılında yasada yapılan bir değişiklikle özel kişi ve kurumlara televizyon kurma hakkı getiriliyor. Otoriter sistemlerin çökmesiyle Avrupa da devlet tekeli bitiyor. Özel televizyonlar başarılı olunca, bakış açılarının faklı olabileceği görülünce yeni televizyonlar kuruldu. Radyolar patlama yaptı. Toplumun tanıştığı bu yenidünya karşısında siyasette duramadı. Yirmi senedir Türkiye özel radyo ve televizyonlarla yaşamaktadır. Bu arada 3984 sayılı yasa ile de RTÜK kuruldu.
Dönem itibariyle yeni kamu yönetimi diye bir konsept gelişti. Yayın kurumlarını Hükümetlerin doğrudan denetimine vermeyip idari kurumlara verilmesi mantığı oluştu. Ve önemli olan alanın yönetimini üyeleri meclisçe seçilen bağımsız bir otoriteye verilmesi uygun görüldü.
TÜRKİYE’DE 12 ÜST KURUL VAR VE SADECE RTÜK’TE MUHALEFET TEMSİL EDİLİYOR.
2005’ten itibaren üyeler mecliste grubu bulunan partilerin belirlenen kontenjanın iki misli sayıda listesinden parlementoda seçiliyor. Parlamento ile RTÜK arasında bir paralellik var. Bire bir parlamentonun yansıması gibi. Türkiye’de 12 üst kurul var ve sadece RTÜK’te muhalefet temsil ediliyor. Bu demokratiklik açısında savunulabilir bir durumdur. Sorunlar olmakla birlikte bütün üst kurul üyelerin parlamentoda seçilmesi, hiç olmazsa yarısının böyle seçilmesinin doğru bir tercih olacağını düşünüyorum. RTÜK modelinin demokrasi açısından isabetli olduğunu söyleyebilirim.
Görsel işitsel medya yani radyo ve televizyonlar, Türk Dil Kurumu ‘görüntülü ve sesli medya’ denmesini istiyor, üç ayrı ortamdan yayın yapıyor. Karasal, uydusal ve kablo yoluyla. Günümüzde yeni bir gelişme de internet üzerinden. Biz buna IPTV diyoruz. Ve bir tür kablolu yayın olarak değerlendiriyoruz. Her bir türüyle ulusal, bölgesel ve yerel yayın olabiliyor. Yani bir çeşitlilikle karşı karşıyayız.
ANTEN KİRLİLİĞİNİ AZALTMAK İÇİN BİR ÇALIŞMA İÇERİSİNDEYİZ.
Balkonlarda ve binaların görünen yerlerinde anten kirliliğini azaltmak için bir çalışma içerisindeyiz. Bunları hak etmiyoruz. Bizim düzenlememiz çatıda olsun ve Tek bir anten ile alınsın dairelere dağıtılsın. Bu sorunu çözmemiz gerekiyor. Teknoloji geliştikçe büyük çanaklara da gerek kalmıyor. Kablo için ise büyük yatırım gerekiyor. Stratejik karar verip bu kararla kabloyu yaygınlaştırmamız lazım ama zor. Böyle olur ise merkezden denetim de kolaylaşır.
Televizyon da karasaldan 23 ulusal yayınımız var. 17 bölgesel yayınımız var. 205 yerel kuruluşumuz var. Uydudan yayın ise 320, kablolu da 138 yayın kuruluşu var. Karasal lisanslar veremeyince on yıldan buyana yayınlar uyduya ve kabloya kayıyor. Toplamda 1.061 radyo kuruluşu var. Yaklaşık 1.500 yayın kuruluşunun denetimini yapıyoruz.
Önümüzdeki yıllarda platform yayıncılığı da artacaktır. Şimdi 7 milyon üyesi var. 7 milyon vatandaş yayınları platformlardan izliyor. İsteğe bağlı bir konsept gelişti. Son on yılda şöyle bir tablo var. Televizyon satışları artmıyor, sadece yenileme yapılıyor. Buna karşılık cep telefonu, tablet ve akılı telefon satışlarında artış var. Bu yayınların ileride bu yöntemlerle alınacağı demektir. Tercih sıralaması telefon, Internet, bilgisayar ve televizyon şeklinde oluşuyor. Son bir yılda 2,5 milyon mobil internet abonesi oluştu. Üç beş seneye 50 milyonu bulacak bir gelişim söz konusu.
RTÜK GÜNDEMİNDEKİ EN ÖNEMLİ SORUN FREKANSLARIN İHALESİDİR…
Türkiye’de 18 milyon TV hanesi var. Bu haneler büyük ekseriyetle yayınları uydudan alıyor. 2005 yılında bu oran %50’lerde idi şimdi %80’lere tırmandı. Buna karşılık kablo yayını izleyenler %10-15, karasaldan izleyenler ise %10-15 civarına geriledi. Bunun nedeni karasal lisans verilmeyişi ve frekans sağlayamadığımız içindir. Karasal yayınlarımızda geçici hakla yapılıyor.
RTÜK gündemindeki en önemli sorun frekansların ihalesidir. Sayısal yayıncılık için geniş band gerekiyor. Sonuç olarak frekans çok kıymetli ve hazine malı. Mevcut frekanslar boşaltılıp 4G çalışmaları başlamalı.
Yayınlarımızı Avrupa ile kıyasladığımızda çarpık bir durumumuz var. Avrupa’da karasal yayın %32 bizde %10, uydu %33 bizde %80, kablo %%30 bizde %5, IPTV %7 bizde %1 bile değil. Bu dengeyi kurmamız gerekir.
Özel televizyonların tek finans kaynağı reklamdır. Reklam hayat suyudur vazgeçmeleri mümkün değildir. Bununla ilgili ulusal ve uluslar arası düzenlemeler var. Bizde 1 saatlik yayında 12 dakika reklam hakkı var. Fazlası ihlaldir ve ceza gerektirir. Eskiden bölerek de kullanılabilirdi bu reklam hakkı. Yeni yasada isteyen istediği gibi kullanabilir. Yayını bozmayacak şekilde band reklam yayınlayabilir. Ancak maç gibi canlı yayınlarda kaldırıldı. Aralarda ve molalarda reklam yayınlayabilirler.
KAZANAN BİRKAÇ TELEVİZYON VE RADYO VAR DİĞERLERİ HEP ZARAR EDİYOR.
Yayıncılığın aktif olması gerekiyor. Türkiye’de 3 milyar reklam pastasının 2 milyonunu radyo ve televizyonlar alıyor. Soru şu kurumlar nasıl ayakta duruyor. Etik mesele işte burada gündeme geliyor. Yayın kuruluşlarının mali tabloları bize gelir. Para kazanan birkaç televizyon ve radyo var. Diğerleri hep zarar ediyor. Sürekli zarar eden kuruluş nasıl ayakta durur. Ben bu soruyla söyleşiyi bitiriyorum.”